22 Ekim 2025, Çarşamba

Lezzetin içinden gelen bir enerji: Şef Ferhat Bora ile mutfak sohbeti

Lezzetin içinden gelen bir enerji:  Şef Ferhat Bora ile mutfak sohbeti
Mutfakta büyüyen, plazaları geride bırakıp hayalinin peşinden giden bir isim: Ferhat Bora. Onu ekranlardan tarifleriyle tanısanız da, arkasında çok daha derin bir hikaye var. Pratik yemeklerin efendisi, kahkahası ekranı dolduran bir anlatıcı ve gastronomi turizmine gönül veren bir içerik üreticisi… Hayatını, tutkularını ve yemeğin ötesindeki öyküsünü anlattı.

Özlem Kapar

Sosyal medyanın enerjik yüzü, milyonlara tarifler sunan o neşeli anlatıcı... Peki ya sahnenin arkasında kim var? Küçük yaşlardan beri mutfakların içinde büyüyen; finans sektöründen radikal bir kararla aşçılığa atılan, yıllarca ekranlarda emek veren; şimdi ise sadece yemek tarifleri değil, mutfak kültürünü ve gastronomi tutkusunu en doğal haliyle aktaran bir isim…

Şef Ferhat Bora’yı ekranda neşesi, canlılığı ve samimiyetiyle tanıyoruz ama şimdi hayatına biraz daha yakından bakıyoruz. Bu, sadece tariflerin değil; bir tutkunun, cesaretin ve yenilikçi bakışın hikayesi…

Çocukluğunuzdan başlayarak sizi siz yapan unsurları merak ediyorum. Nasıl bir ailede büyüdünüz, mutfak sizin için ne ifade ediyordu?

1984 Bulgaristan doğumluyum. Babaannem düğün aşçısıydı, dedem de fırıncılık yapmış. Ben küçük yaşlardan itibaren hep mutfaklarda, fırınlarda büyüdüm. 1989’da Türkiye’ye göç ettik. Göç sonrası daha kapalı bir hayatımız oldu. Okulda başarılıydım ama içimde hep aşçı olma isteği vardı. Ailem bu fikre sıcak bakmasa da mutfağa ilgim hiç sönmedi. İlk yemeğimi ilkokulda yaptım, yanık bir kekti. İkinci yemeğim de lahana sarmasıydı. Bu mutfak tutkusu hep sürdü.

Ailenizin itirazlarına rağmen bu ilgiyi bir kariyere nasıl dönüştürdünüz?

Eğitim yolum klasik ilerledi: Anadolu Lisesi, Marmara Üniversitesi’nde İşletme, sonra yatırım yönetimi üzerine yüksek lisans… Bir süre finans sektöründe çalıştım ama mutlu değildim. 26 yaşımda "Ben artık yemek yapacağım" diyerek radikal bir karar aldım.

Aşçılık okulları araştırdım, müfredatları inceledim, evde kendi kendime teknikleri çalıştım. Galler’deki bir okula gittim ama teori ağırlıklıydı, kısa sürede bıraktım ve İstanbul’a döndüm.

Tanıdığım şeflere uzun e-postalar yazdım: Ali Ronay, Mehmet Gürs, Murat Bozok... Şansım vardı, hepsi geri döndü. Komilikten bulaşıkçılığa birçok rolde çalıştım. Para kazanmadığım dönemler de oldu ama her seferinde mutfakta olmanın verdiği tatmin bana yetiyordu.

MasterChef süreci nasıl başladı, size ne kattı?

Amerika ve Avustralya versiyonlarını izliyordum. Türkiye’de yapılacağı açıklandığında deneyimli bir şefe danıştım. “Katıl, kaybedecek bir şeyin yok” dedi. 2012 sezonunda ikinci oldum. Amacım televizyona çıkmak değil, kendimi göstermekti. Sonrasında bir restoranda şef olarak başladım. Ardından Star TV’den teklif geldi, 13 yıl boyunca sabah programında yemek yaptım. Ekran deneyimi kazandım, konuk ağırlamayı, spontane konuşmayı öğrendim.

Klasik restoran modelinden uzaklaşmaya ne zaman karar verdiniz?

Menüdeki her ürünün her zaman kaliteli olması gerektiğini düşündüğüm için restoran sisteminde zorlandım. Ürünlere göre dilediğim kadar menü değiştirip tasarlayamıyordum. Bu yüzden alternatif yollar aradım. Bunun için sektörün beklentilerindense direkt tüketiciye ulaşmayı tercih ettim.

Bugün artık daha çok içerik üreticisiniz. Bu değişim nasıl başladı?

Restoran dışında kalıcı ve sistemli bir üretim alanı arıyordum. New York Times Cooking gibi örnekleri inceledim. Türkiye’de buna en yakın yapılar arasında Yemek.com vardı. Yemek.com’la iletişime geçtim, projelerimi anlattım. Ve 7.5 yıldır birlikteyiz. Amacımız sadece tarif vermek değil; doğru tarifi, doğru yöntemi ve eğlenceyi bir arada sunmak.

Sosyal medyayı neden bu kadar çok seviyorsunuz?

Çünkü her gün yeni bir şey öğreniyorum, her gün yeni bir tarif deniyorum. Ortalama bir şef hayatı boyunca 50 tarifle çalışırken ben yılda 250-300 yeni tarif deniyorum. Bu dinamizm beni çok besliyor.

Ekranda enerjiniz nasıl bu kadar canlı kalıyor?

Yemeğe karşı büyük bir sevgim var. Restoranda deneme fırsatı bulamadığım tarifleri burada deneyebiliyorum. Güzel bir tarif çıkarsa, hiçbir karşılık beklemeden paylaşıyorum. İnsanlara “her yemek denenebilir” mesajını vermek istiyorum. Yemek sabit kurallarla ilerleyen bir şey değil; denge, özgürlük ve doğallık gerekiyor.

Tariflerinizi sadece yemek öğretmek için değil, aynı zamanda mutfak kültürünü aktarmak için de kullandığınızı görüyoruz. Bu yaklaşımınızın temelinde ne var?

Gastronomi okullarında öğretilen teknikleri günlük dile çevirerek insanlara aktarıyorum. Ateşin önemi, ön hazırlık, temizlik gibi temel şeyleri herkesin anlayacağı şekilde anlatıyorum. Hiç yemek yapmamış biri bile “Bu sırayla gidersem, yapabilirim” diyebilmeli. Şık sunumlar, karmaşık tarifler değil; sade, doğru tekniklerle ilerliyorum.

Son dönemde tariflerin yanı sıra restoran videoları da çekiyorsunuz. Bu projeyi nasıl kurguladınız?

Listeme aldığım restoranlara önceden haber vermeden, bir müşteri gibi gidiyorum. Yemeğin parasını mutlaka ödüyoruz. Tüm menüyü değil, sadece yediğim tabağı değerlendiriyorum. Olumsuz bir deneyim yaşarsam yayınlamamayı tercih ediyorum. Amacım eleştirmek değil; iyi yemeği göstermek.

Gastronomi ve seyahat içeriklerini birleştirdiğiniz projelerinizin geleceğine dair hayaliniz ne?

Türkiye’nin sadece sahil kasabalarından ibaret olmadığını, iç bölgelerde de çok kıymetli gastronomik değerler olduğunu göstermek istiyorum. Örneğin Bursa’ya giden biri İnegöl’e, oradan Bilecik’e, Eskişehir’e geçebilsin. İnsanların seyahatlerini gastronomiyle zenginleştirecek rotalar oluşturalım istiyorum. Yurtdışında insanlar arabayla binlerce kilometre gidiyor. Neden biz de aynı şekilde keşifler yapmayalım? Söke, Bozdoğan gibi birçok yerin peynirini, etini, pidesini dünyaya tanıtabiliriz. Ben de bu farkındalığı yaratacak içerikler üretmeye devam etmek istiyorum.

Yorum Yaz

captcha