Her gün dünyada 2 milyardan fazla fincan kahve tüketiliyor ve kahve, dünyanın en fazla ticareti yapılan tarım ürünü konumunda. Son yıllarda özellikle yeni pazarların etkisiyle tüketim hızla artarken, üretimin bu talebe yetişemeyebileceği yönünde endişeler doğuyor. Bu durum, “Kahve bitiyor mu?” sorusunu gündeme getiriyor.
Ayhan Mortepe / Romm Coffee Kurucu Ortağı
2024/25 sezonu itibariyle dünya kahve üretimi yaklaşık 174.9 milyon adet 60 kg’lık çuval (yaklaşık 10.5 milyon ton) düzeyinde. Bu, önceki yıla göre yüzde 4 civarında bir artış anlamına geliyor. Son on yıla bakıldığında üretim miktarında yılda ortalama yalnızca yüzde 1’lik mütevazı bir büyüme gerçekleşmiş. Küresel üretim birkaç ülkenin elinde yoğunlaşıyor. En büyük beş kahve üreticisi ve yıllık üretimleri şu şekilde sıralanıyor: Brezilya 66.4 milyon çuval ile dünya üretiminin yüzde 38’ini, Vietnam 30.1 milyon çuval ile yüzde 17’sini, Kolombiya 12.9 milyon çuval ile yüzde 7’sini, Endonezya 10.9 milyon çuval ile yüzde 6’sını ve Etiyopya 8.36 milyon çuval ile yüzde 5’ini oluşturuyor. Bu ülkeleri Uganda, Hindistan, Honduras, Peru ve Meksika takip ediyor…
Brezilya ve Vietnam tek başlarına dünya üretiminin yarıdan fazlasını karşılıyor. Dünya genelinde kahve tarımı toplam 11 milyon hektar alanda yapılıyor ve bu alanlar ağırlıklı olarak Latin Amerika (yüzde 55 civarı) ile Asya-Pasifik (yüzde 32 civarı) bölgelerinde yoğunlaşıyor. Son yıllarda bazı üretici ülkeler verimliliklerini artırıp üretimi yükseltse de (örneğin Vietnam’ın 2010’larda hızlı üretim artışı), genel olarak küresel üretim artışı sınırlı kalıyor. İklimsel dalgalanmalar da üretimde oynaklığa yol açabiliyor. Örneğin Brezilya’da kuraklık veya don nedeniyle rekoltenin düştüğü yıllar görülüyor. Küresel üretimin coğrafi ve iklimsel sınırlamaları, bu artış hızının doğal bir frene sahip olduğunu gösteriyor.
Artan küresel tüketim talebi ve arz üzerindeki etkileri
Dünya genelinde kahve tüketimi istikrarlı biçimde artıyor. 2024/25 döneminde küresel kahve tüketiminin 168.1 milyon çuvala ulaşacağı tahmin ediliyor; bu bir önceki yıla kıyasla 5.1 milyon çuval (yaklaşık yüzde 3) artış demek. Tüketimdeki en büyük artışlar Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin gibi pazarlarda bekleniyor. Özellikle geleneksel olarak çay kültürüne sahip Asya ülkelerinde kahve tüketimi hızla yaygınlaşıyor. Çin buna çarpıcı bir örnek: Son on yılda Çin’in yıllık kahve ithalatı neredeyse üç katına çıkarak 5.5 milyon çuvala ulaştı. Benzer şekilde, gelişen ekonomilerde orta sınıfın büyümesiyle kahve içmek bir yaşam tarzı haline geliyor; örneğin büyük kahve zincirleri Çin’de neredeyse her 9 saatte bir yeni şube açarak bu talebe yetişmeye çalışıyor.
Artan tüketim, arz-talep dengesini zorlamaya başladı. Son birkaç yıldır dünya genelinde kahve tüketimi, üretimi aşıyor gibi görünüyor; bu da stokların erimesine ve fiyatların yükselmesine yol açtı. Nitekim son iki yılda kahve tüketimi üretimin üzerinde seyrederek piyasanın açığa geçmesine sebep oldu ve üretici ülkelerdeki olumsuz iklim koşullarıyla birleşince kahve fiyatları rekor seviyelere tırmandı. Özellikle daha dayanıklı olmakla birlikte düşük kaliteli olarak kabul edilen Robusta kahve çekirdeklerinin fiyatı 2023 yılında arz sıkıntısı ve El Nino hava olayının getirdiği kuraklık endişeleri nedeniyle son 15 yılın en yüksek düzeyine ulaştı. Uzun vadede, kahve talebindeki büyümenin sürmesi halinde üreticiler üzerindeki baskı daha da artacak. Mevcut trendlerin devam ettiği varsayılırsa, 2050 yılında dünya kahve tüketiminin bugünkünün iki katına çıkarak günde 6 milyar fincana ulaşabileceği öngörülüyor.
Columbia Üniversitesi Sürdürülebilir Yatırım Merkezi’nin bir analizine göre, 2030 yılına kadar artan talebi karşılamak için mevcut kahve üretiminin en az yüzde 25 yükseltilmesi gerekecek. Ancak sektör yetkilileri, mevcut üretim ve tedarik modeliyle bu talep artışının karşılanabileceğinden şüpheli yaklaşıyor. Gerçekten de bazı uzmanlar, küresel kahve arzının fiziksel sınırlara ulaşarak artışı durdurabileceği ve bir “peak coffee” (zirve kahve) senaryosunun mümkün olabileceği uyarısında bulunuyor. Bu senaryoda, kahve üretimi en yüksek kapasitesine ulaştıktan sonra iklimsel ve yapısal engeller nedeniyle düşüşe geçebilir; talep ise artmaya devam edeceği için kahve kıtlığı veya fiyatlarında dramatik artışlar yaşanabilir.
Kahve kuşağı: Coğrafi sınırlar ve üretim alanları
Kahve bitkisinin yetişmesi için özel iklim ve coğrafi koşullar gerekli. Dünya kahve üretiminin neredeyse tamamı, Yengeç ve Oğlak Dönenceleri arasında kalan tropikal enlemler içinde gerçekleşiyor. Bu sınıra kahve kuşağı (bean belt) deniyor ve kabaca Kuzey enlemi 25° ile Güney enlemi 25° arasında uzanıyor. Bu tropikal kuşakta, yıl boyunca sıcak ve nemli bir iklim yapısı hakim. Özellikle yüksek rakımlı bölgelerde yıllık ortalama sıcaklıklar kahve için ideal değerler olan yaklaşık 18–25°C aralığında seyreder, don olayı görülmez ve yıllık 1500–2000 mm yağış düşer. Arabica türü kahveler nispeten serin subtropikal iklim ve yüksek irtifa isterken, Robusta daha düşük rakımlarda ve biraz daha yüksek sıcaklıklarda yetişebilir; ancak hiçbir kahve türü 0 °C civarındaki don olaylarına dayanamaz. İklim koşullarının sağlandığı bu tropikal kuşak dışında, yalnızca istisnai birkaç bölgede küçük ölçekli kahve üretimi yapılabilmekte (Örneğin Hawaii Adaları veya sera ortamları), ancak bunlar dünya üretimine kayda değer bir katkı sunmuyor.
Kahve üretiminin coğrafi sınırları, artan talebe yanıt olarak ekim alanlarının kolayca genişletilememesi anlamına geliyor. Tropikal kuşak içindeki tarıma elverişli araziler zaten sınırlıdır ve bu alanların ötesine çıkmak iklim engeline takılıyor. Geçmişte üretimi artırmak için bazı orman alanlarının tarıma açılması örnekleri görüldü (örneğin 20. yüzyıl sonunda Vietnam’ın ormansızlaşma pahasına kahve plantasyonlarını genişletmesi, Brezilya’da Cerrado bölgesinin tarıma açılması gibi). Ancak kalan tropik ormanların da tarıma açılması büyük çevresel tahribat yaratacağından günümüzde sürdürülebilir bir seçenek olarak görülmüyor. Nitekim dünya genelinde kahve yetiştirilen alan yaklaşık 60–70 ülkeyle sınırlı kalmakta ve toplam ekili alan 11 milyon hektar civarında seyrediyor. Yeni ekim alanlarının bu kuşak içinde dahi kayda değer şekilde artması beklenmiyor. Dolayısıyla, kahve tarımının coğrafi sınırı, üretim artışının “yatay” şekilde (alan genişleterek) sürdürülmesini zorlaştırıyor; bunun yerine ancak mevcut alanlarda verimliliğin artırılması veya yüksek rakımlı yeni mikro bölgelerin devreye sokulması gibi çözümler mümkün olabilecek.
Sürdürülebilir tarım ve agroekolojik çözümler
Artan talep ve iklim kaynaklı tehditler karşısında, kahve sektöründe sürdürülebilir tarım uygulamaları ve agroekolojik yöntemler krizden çıkış için kritik öneme sahip. Kahve çiftçileri ve sektör paydaşları, üretimin geleceğini güvence altına almak amacıyla çeşitli uyum stratejileri deniyor. Uzmanlar, iklim değişikliğine uyum sağlamak için çiftçilerin farklı yöntemleri devreye soktuğunu belirtiyor. Örneğin iklim koşullarına daha dayanıklı yeni kahve çeşitlerinin dikilmesi, bir dönem terk edilmiş olan yağmur suyu yönetimi ve toprak koruma gibi geleneksel tekniklerin yeniden kullanılması gibi adımlar atılıyor. Amaç, kahve tarımını hem verimli hem de çevresel açıdan dirençli kılmak.
Kahve sektörüyle ilgili raporlar ve uzman değerlendirmeleri, önümüzdeki yılların ciddi meydan okumalar barındırdığını açıkça ortaya koyuyor. Uluslararası Kahve Organizasyonu (ICO) İcra Direktörü Vanusia Nogueira, özellikle arz-talep açığının giderek büyümesinden endişe duyduklarını belirtiyor. Nogueira’ya göre eğer bugünkü üretim trendi değişmez ve talep artışı bu hızla sürerse, kahve yakın gelecekte çok daha pahalı bir lüks haline gelebilir. Dahası, kaliteli arabica kahvesinin üretimi düşerse kahve severlerin alışageldiği tat profillerini bulmakta zorlanabilecekleri uyarısında bulunuyor. Yani iklim ve arz sorunları devam ederse, piyasada bulunabilen kahvenin kalitesi ve çeşitliliği de olumsuz etkilenebilir.
Benzer şekilde, İngiltere Kew Royal Botanic Gardens bünyesinde kahve araştırmaları yürüten Dr. Aaron Davis, iklim değişikliği çağında kahve endüstrisinin alışılmışın dışında çözümler geliştirmesi gerektiğini vurguluyor. Davis, “Hızlanan iklim değişikliği döneminde gerçekten farklı düşünmemiz gerekiyor – kutunun dışında düşünmeliyiz – yoksa istediğimiz kahveyi bulamayabiliriz” diyerek sektörün radikal adımlar atmaması halinde gelecekte kahvenin arzu edilen nitelikte olmayabileceği konusunda uyarıyor. “Uzun vadede muhtemelen kahveye daha yüksek bedeller ödeyeceğiz” diye ekleyen Davis, iklim krizinin devam etmesi durumunda kahvenin hem kıtlaşıp pahalanacağını hem de niteliksel olarak değişebileceğini öngörüyor. Gerçekten de bilim insanları, yukarıda değinilen yabani kahve türlerinin korunması ve yeni varyetelerin geliştirilmesi gibi çabaların, gelecekte içeceğimiz kahvenin kalitesini belirleyeceğini söylüyor. 130’dan fazla yabani kahve türünün keşfedilmiş olmasına karşın tüketimin yüzde 99’unun sadece iki türe dayanması (arabica ve robusta) ve bu iki türün de ciddi tehdit altında olması, kahve tedarikinin ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. IPCC raporları ve çeşitli akademik çalışmalar, mevcut iklim değişikliği senaryosunda 2050’ye gelindiğinde kahve yetiştirilen arazilerin yarı yarıya azalabileceğini ve verimde keskin düşüşler yaşanabileceğini yineliyor. Bu da, eğer sektör adapte olmazsa önümüzdeki birkaç on yıl içinde kahve arzında kronik bir daralma olası görünüyor.
125 milyonun istihdam
Öte yandan, sektörün bazı oyuncuları geleceğe daha iyimser ama şartlı bakıyor. Örneğin dünyanın en büyük kahve zincirleri, iklim krizine rağmen talebin büyüyeceğini öngörerek üretici ülkelerde sürdürülebilir tarımı destekleme projelerine yatırım yapıyor. Uzmanlar, kahve endüstrisinin inovasyon ve işbirliği ile bu krizi yönetebileceğini, ancak bunun için acil ve kolektif adımların atılması gerektiğini vurguluyor. Hem kamu otoritelerinin (üretici ülkelerde tarım politikaları, araştırma yatırımları vb.) hem de özel sektörün (şirketlerin tedarik zinciri inisiyatifleri, tüketici farkındalığı programları vb.) birlikte hareket etmesi gerektiği belirtiliyor. Aksi halde, üretici ülkelerde çiftçilerin geçim kaynaklarını kaybetmesiyle sosyal problemler de baş gösterebilir, zira dünyada 125 milyonun üzerinde insanın kahve sektöründen geçimini sağladığı tahmin ediliyor.
Sonuç itibariyle, uzman görüşleri kahvenin geleceğine dair kritik bir yol ayrımında olduğumuzu gösteriyor: Mevcut gidişat sürerse kahve, bol bulunan günlük bir ürün olmaktan çıkıp kıtlaşan ve pahalılaşan bir meta haline gelebilir. Ancak sektör genelinde dönüşüm sağlanır, sürdürülebilir ve dayanıklı üretim modelleri yaygınlaştırılırsa kahvenin geleceği güvence altına alınabilir.
Her ne kadar küresel kahve tüketimi hızla artsa da, kahve tarımının yapılabildiği coğrafi alanlar Yengeç ve Oğlak Dönenceleri arasındaki tropikal kuşakla sınırlıdır. Bu fiziksel gerçek, üretim artışının önünde yapısal bir engel oluşturuyor. Ancak bu durum, gelecekte kahve krizinin kaçınılmaz olacağı anlamına gelmez. Sürdürülebilir tarım uygulamalarının yaygınlaşması, bilimsel ve teknolojik inovasyonlar ile desteklendiğinde artan talep ile sınırlı arz arasındaki dengeyi sağlamak mümkündür. İklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek ve kahve tarımını dirençli kılmak için alınan önlemler şimdiden bazı bölgelerde olumlu sonuçlar vermeye başladı. Gölgeli ve agroekolojik tarım, iklim dirençli kahve çeşitleri, doğal ekosistemleri koruyan yöntemler ve küresel işbirliği, kahve sektörünün sürdürülebilir bir geleceğe yönelmesini sağlayabilir.
Kahve bitiyor mu? sorusunun yanıtı, büyük ölçüde bugün attığımız adımlara bağlı. Kahve endüstrisi, iklim krizine uyum sağlama ve çevresel sınırları aşma konusunda bir dönüm noktasında. Eğer sürdürülebilirlik ilkelerini rehber alır ve üretici-toplam tedarik zinciri düzeyinde yapısal dönüşümü başarabilirsek, kahvenin gelecekte de hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olmasını sürdürebiliriz. Aksi halde, önümüzdeki on yıllarda kahve belki de daha az bulunan, daha pahalı ve tadı bugünkünden farklı bir ürüne dönüşebilir. Bu nedenle bugün, hem tüketiciler hem üreticiler hem de politik karar alıcılar için düşen görev, kahveyi sadece bir ticari meta olarak değil, korunması gereken bir kültürel ve ekolojik değer olarak görüp ona göre hareket etmek. Unutmayalım ki, sürdürülebilir bir yaklaşım benimsendiğinde kahve bitmek zorunda değildir – bilakis, insanlık doğru adımları atarsa kahvenin aroması ve keyfi nesiller boyu bizimle kalabilir.